Fakültede, bazı arkadaşlarla “Ilımlı İslam” konusu üzerinde bir fikir fırtınası yaptık. Gerçekten çok faydalı bir oturumdu. Nedir bu ılımlı İslam? Amacı, hedefi nedir? Faydalı mı, zararlı mı? Faydalıysa bu faydalar neler? Zararlıysa, bu zararlar neler ve zararları ortadan kaldırmak mümkün mü? gibi bazı sorular üzerine kafa yorduk. Aslına bakılırsa, benim birkaç yıl önce bu hususta Prof. Dr. Nadim Macit hocayla bir konuşmam olmuştu. Youtube’a girip ılımlı İslam yazarsanız bu konuşmanın videosunu izleyebilirsiniz. (Tabi Youtube girebiliyorsanız !) Orada Nadim hoca, ılımlı İslam’ı küresel egemen güçlerin bir oyunu olarak tanımlamıştı. O programda Nadim hocaya sorduğum: “Küreselleşme bağlamında bu ılımlı İslam kavramının açılımı nedir? Yani bununla neyi kastediyorlar” sorusuna hoca şöyle cevap vermişti (aynen programdan aktarıyorum): “Son zamanların en çok kullanılan kavramlarından bir tanesi. Fakat bu kavramın içeriğinin ne olduğunu göstermek için öncelikle böyle bir kavram İslam’ın temel referanslarında var mı yok mu onun tartışmasını yapmamız lazım. Çünkü bir kavramın anlam sınırını belirlemeden o kavram üzerine düşünce inşa etmek yanlış olur, bizi yanlış sonuçlara götürür. Diğer taraftan uluslar arası ilişkiler mantığı açısından dünyada gerek ekonomik gerek stratejik anlamda gelişen hadiseler çerçevesinde özellikle küresel güç diye adlandırdığımız aktörlerin kendi dışındaki toplumlara ilişkin bir takım tanımlamalar ortaya koyarak stratejik hedeflerini bu kavramlar üzerinden yürüttükleri bir gerçektir. Meselenin ikinci boyutunu da bu çerçevede tartışabiliriz. Diğer taraftan ülkemizde çeşitli din anlayışları içerisinde, özellikle iki kutuplu dünya düzeninde bir manada sosyalist yada Varşova Paktı olarak bilinen yörüngeye karşı Avrupa’nın ve ABD’nin bir yeşil hat üretmesine bağlı olarak, bu yeşil hat üretmesi stratejisine bağlı olarak dini ifadelerin zaman zaman iki kutuplu dünya düzeninin mantığına göre yorumlandığı da bir gerçektir. Üçüncü olarak da… Bu meseleyi tartıştığımız zaman, ılımlı İslam kavramının ne olduğunu, buna nasıl bir anlam yüklendiğini anlayabiliriz. Şimdi bu ölçütler çerçevesinde birinci esastan, birinci öncülümüzden önermemizden hareket edersek, gerek ılımlı İslam, gerek fundamentalist İslam, gerek radikal İslam şeklindeki adlandırmalar Kur’an’ın yada genel manada söylersek İslam’ın bilgi referanslarına uygun düşmez. Bilgi referanslarına uygun düşmez çünkü İslam ilk peygamberden başlayan ilahi geleneğin son halkasıdır” Hocanın bıraktığı bu noktadan biz de tartışmaya başladık. Yani İslam’ı “ılımlı, radikal, fundamentalist vs.” niteleyebilmek mümkün müdür? Neden bu soru? Çünkü İslam bir dindir. O halde din nedir sorusuna cevap vermekle başlamamız daha uygun olur dedik ve dini tanımlamaya çalıştık. Bu o kadar zor bir iş oldu ki, herkesin üzerinde ittifak edeceği bir din tanımının yapılabilmesinin imkansız olduğunu gördük. Zira, bir Müslüman’a göre din: “Allah’ın, en son peygamberi Hz. Muhammed vasıtasıyla insanlığa bildirdiği inanç ve ibadet esasları yani İslam” şeklinde anlaşılırken; bir Hıristiyan veya Yahudi’nin bunu kabul etmesinin mümkün olmadığı görülecektir. Öte yandan peygamberimizi ve kitabımızı devre dışı bırakarak yapabileceğimiz: “Din Allah’ın peygamberler kanalıyla insanlara bildirdiği bir takım iman, ibadet ve ahlak esaslarıdır” şeklindeki bir tanım da muğlak kalıyor, İslam’ın dışındaki bütün itikadi sistemleri İslam ile aynı düzeye getiriyordu. Şu halde din, her inanç mensubunun inancına esas olan kaynakların bildirdiği çerçevede inanması ve inancına göre hareket etmesini sağlayan bir takım kurallar bütün olarak tanımlanabilirdi ve bu Allah katında tek din olan İslam’ı, alelade bir din biçimine getiriyordu. Demek ki İslam’ın başına bir takım sıfatlar getirerek niteleyenler bu tanımı kabul ediyor olmalıydılar. Söz konusu olan İslam olduğuna göre, bunu tanımlama hakkı Müslümanlarda olması gerekmez mi? diye bir soru gündeme geldi. Bu soru esasen cevabını içinde barındıran bir soruydu. İslam’ı ancak sahibi tanımlar, o da Müslümandır ne de gayrı Müslim, sadece Allah’tır. Şu halde Allah’ın kitabında dinin tanımı ve İslam’ın tanımı açıkça yer almalıdır diye düşünerek Kur’an’a yöneldik. Gördük ki Kur’an’da sadece İslam din olarak kabul ediliyor. Ayrıca “Hak din”, “Hanif din”, “dosdoğru din” şeklinde İslam sıfatlandırılıyor. Dikkat edilirse bunların içinde ne “radikal” ne de “ılımlı” geçiyor! Yukarıda bahsettiğim programda Nadim Macit hoca da İslam’ı : “İslam, bu manada Kur’an’daki kullanılış bağlamına baktığımız zaman barışa götürücü, insanları iyiye ve güzele götürücü, toplumsal alanda yaşanan haksızlıkları yanlışlıkları gidermeye dönük bir takım esaslar ortaya koyan bir dindir. Dolayısıyla bu dinin bu şekilde nitelendirilmesi ılımlı, radikal, fundemantalist, köktenci şeklinde nitelendirilmesi, bir kere Kur’an’ın kendi kavramsal çerçevesine uygun değildir”. şeklindeki tespitleriyle bizim ulaştığımız sonucu zaten vurgulamış. Ilımlı İslam konusunun neden dünya gündemine taşınmış olduğu meselesini çözmeye geldi sıra: sahi kim, neden ılımlı İslam gibi bir proje geliştirmiş olabilirdi? Sorunun cevabı basit. Belki çok klasik olacak ama, “kominizmin çökmesinden sonra Batı’nın yeni koministlere ihtiyacı vardı” diyor Banu Avar, doğal olarak Müslümanlar hedefe geçmiş oldu. Ama neden? Çünkü dünyanın enerji kaynakları büyük oranda Müslümanların elinde ve Müslümanlar bir birlik arz etmiyorlar. Bu proje, pek çok proje gibi Amerika merkezli. Amerika, 11 Eylül saldırılarında radikal İslam’ı gösterdi. Sonra, bu tür Müslüman’ın iyi olmadığını, en iyi Müslüman’ın ılımlı, yani tevekkül sahibi, zulme karşı sonuna kadar sabreden, kendisine dokunmayan yılana bin yaşasın diyebilen bir Müslüman tipi lazımdı. Nerden bulacak bu tip Müslüman’ı? Dünya Müslümanlarının yüzlerce yıl hamiliğini yapmış bir “stratejik ortağı” vardı Amerika’nın. Merak ettiniz mi bu ortağı. Ben cevaplayayım: Türkiye. Peki Türkiye’de nasıl üretecekti ılımlı Müslüman’ı. Birazcık düşünürseniz cevabı bulursunuz… Elbette fakültede arkadaşlar arasında yaptığımız akademik bir sohbetin tamamını burada özetlememe imkan yok. Fakat ulaştığımız sonuçlardan bir kısmına temas etmekte fayda görüyorum. Bunlardan birisi, “ılımlı İslam” teorisinin, Batı karşısında yaklaşık iki yüz yıldır, geri kalmanın verdiği eziklikten kurtulmak isteyen bir milleti ehlileştirme projesi olduğudur. Bir diğer önemli sonuç, ülkemizde ılımlı İslam projesinin yürütenleri destekleyenlerin büyük çoğunluğunun, neye hizmet ettiklerinin bilincinde olmadıklarıdır. Yrd. Doc. Dr. Ali DUMAN Hikmet Yurdu Dergisi Editörü İnönü Üniv. İlahiyat Fak. İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı
|
No comments:
Post a Comment