Translate / Tercüme et

Monday 26 April 2010

Seçim günlerinin “cambaza bak” oyunları...

Seçim günlerinin “cambaza bak” oyunları

M. Emin Koç

Önümüzdeki günler “seçim” günleridir.
Geçmişte olduğu gibi “cambaza bak” oyunları sahne alacak!
Önceki akşam Meltem TV’de Banu Avar’ı izlerken, Türk milleti üzerinde oynanan “devlet tiyatro”ları ve “küresel–yerel toplum mühendislikleri” hafızamda yeniden tazelendi. Zihnimde seçim sürecinde yaşayacağımız “cambaza bak” oyunları billurlaştı.
Böylece Türkiye’nin seçimi, Türk milletinin seçimi olmayacak.
Bu oyunun ilk sinyalleri geliyor.
Başbakan R. T. Erdoğan ABD ziyareti dönüşünde soluğu TV kanallarında aldı. Erdoğan’ın NTV’deki canlı yayın pozlarından ve “milli tondan çıkışlar”ından “seçim sürecinin cambaza bak oyunu”nun sinyallerini almamak için kör veya sağır olmak lazım.
İran, Ermenistan, Afganistan, Irak, İsrail ile ilişkiler ve sair BOP meseleleri, Amerika ziyaretinin ana gündem maddeleriydi.
ABD yönetimi, Erdoğan’dan almak istediğini aldı.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu, fır dönmeye başladı bile… Davutoğlu, Beyazsaray’ın balkonundan uçurulmuş ayağına haber kağıtları bağlanmış haberci güvercinler gibi kanat çırpıyor.
İlk poz Brezilya Devlet Başkanı Lula De Silva ile verildi. Malum, Brezilya yönetimi, karşı–devrimci olarak biliniyor; Amerika’nın sömürgeci politikalarına karşı duruşuyla nam salmış! Çöken küresel kapitalizmden Prof. Dr. Haydar Baş beyin “Milli Ekonomi Modeli”nin birçok temel esaslarını kendine uyarlayarak ve IMF ve sair sömürgecilerin himmetini elinin tersiyle itip kendi yağıyla kavrularak sıyrılmış.
Erdoğan, ilk pozunu işte bu De Silva ile verdi. NTV ve sair TV kanallarındaki “milli tondan pozlar” ardı ardına geldi.
Erdoğan, Irak’ta 100 binlerce kadın dul kaldı, ne oldu, bunun hesabını kim verecek, diye sordu yüksek perdeden bir tonla!
Irak’ın işgali BOP kapsamında gerçekleşti, BOP kapsamında sürdürülüyor.
Ben BOP’un ortakçısı olmadığıma göre hesabını ben verecek değilim…
Kim BOP kapsamında misyon üstlendi ise o düşünsün Irak’taki vahşetin ve işgalin hesabını!
Sahi 13 Ocak 2009 günü Erdoğan, TBMM grup konuşmasında, kendisi açıklamamış mıydı, biz BOP kapsamında misyon üstlendik, diye… Pardon!
Yoksa Erdoğan, canlı yayında milletin huzurunda günah çıkartıyor da, biz mi bu işin künhüne vakıf değiliz!
Erdoğan, aynı sahnede İran’da nükleer bomba yok, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) yetkilileri ve BM Güvenlik Konseyi üyesi devletleri İran’da somut bir nükleer bombanın varlığını söyleyemiyorlar, ama İsrail’de var, diyor. Niye kimse, elinde nükleer bombası olan İsrail’e bir şey demiyor, diye de çıkışıyor.
Uluslar arası gözlemciler ise Erdoğan, George Mason Üniversitesinde yaklaşık 60 kişi önünde konuşurken laf arasında geçiştirmesi dışında, neden Amerika ziyaretinde yaptığı basın toplantılarında ve dışa açık üst düzey görüşmelerinde İsrail’in elindeki nükleer bombayı gündeme getirmedi, diye sormadan edemiyor.
Seçim mevsiminde Erdoğan, güya İsrail karşıtı duruş sergiliyor; aynı gün AKP hükümeti, İsrail tarafından modernize edilmiş Türk tanklarının teslim seremonisini yapıyor. Aynı demde Türkiye ile İsrail arasındaki stratejik işbirliği anlaşmalarının aynı şekilde devam edeceği teyid ediliyor.
Bu, hem perhiz, hem de lahana turşusu pozu olsa gerek!
Erdoğan’ın Davos’taki “one minutes!” çıkışının seçim öncesi oluşturulmuş bir senaryo olduğu yazıldı, çizildi, medyaya yansıdır. Benzer “güya İsrail karşıtı bir çıkış”ın önümüzdeki seçim günlerinde sahneleneceğini yazıyor İsrail gazeteleri.
Erdoğan, İran’a niye ambargo koyalım, Kasr–ı Şirin’den bu tarafa İran ile problemimiz olmadı ki, diye çıkışıyor. Irak meselesinde bize ambargo uygulattılar, kendileri çevre ülkeler üzerinden ticaret yaptılar; şu anda İran ile 10 milyar dolara ulaşmış bir dış ticaret hacmimiz var sizler dolaylı yollardan yaptığınız bu işi ben komşumla neden yapmayayım, diyor. Seçim üstü yeni vaziyet bu!
Dinleyen de zanneder ki, Erdoğan, BOP’ta üstlendiğini ilan ettiği misyonu Obama’ya iade etti.
Hatırlayın, İran konusundaki bu yaklaşım, BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Baş’ın İran meselesi gündem edildiğinde yaptığı ikazdır, ortaya koyduğu perspektiftir.
Ermenistan ile protokoller imzalayan Erdoğan, işgal edilen Karabağ şartını ve sınırlarımızı hangi sebeple kapattığımızı ekranlarda birden hatırladı.
Bu kadarına da pes doğrusu diyorsunuz…
Erdoğan, seçim günlerinde pirim yapacak ne varsa onları sarılmış vaziyette… Gömlek değiştiriyor; seçimlik gömlek giyiyor.
Erdoğan, AB’ye bile sitem ediyor, fırça basıyor ekranlardan!
Türk milleti bunlara tekrar aldanırsa, vay o zaman Türkiye’nin haline!
KKTC halkı cambaza bak oyununu fark etti, AB’nin ve AKP’nin M. Ali Talat’ını postaladı. Darısı Türkiye’nin başına, Türkiye’deki Talatçıların, seçim üstü “milli roller”e soyunan AB’cilerin, Amerikancıların başına…

Source/Kaynak: yenimesaj.com.tr

Saturday 24 April 2010

Çarşamba gecesi uykusuz kaldık…

Aziz Karaca

Çarşamba gecesi Meltem televizyonu bizi ekrana çiviledi.
Muharrem Bayraktar ve Banu Avar, öyle hakikatler sergilediler,öyle enteresan sorulara öyle çarpıcı cevaplar verdiler ki kalkıp bir çay almaya bile fırsat bulamadık.
S ayın bayraktar’ın sunduğu ‘Diyalog’ programının konuğu o akşam araştırmacı-gezici gazeteci Banu Avar idi.
Şimdiye kadar yüz civarında ülkeyi gezmiş, her ülkenin en tepedeki adamları ile söyleşiler yapmış, bir birinden ilginç yüzlerce programa imza atmış, dik duruşu ile meşhur, delikanlı bir gazeteciyi Meltem TV ekranlarında gören seyirci sorular yağdırınca gece yarısını hayli geçti.
Uykusuz kaldık ama, böyle uykusuz kalmaya can kurban.
Bu program hem Meltem’de hem de diğer kanallarda tekrar tekrar yayınlanmalı ve sayın Bayraktar Banu Avar’ı daha sık misafir edip seyirci ile buluşturmalı.
Sayın başbakanın tartışmaya açtığı başkanlık sisteminden Dinler arası diyaloğa, güya hizmet ettiği söylenene Türk okullarından satılan vatan topraklarına yüzlerce soru ve tam isabetli cevaplar…
Bu program günler öncesinden ısrarla neden anons edilmedi diye de Meltem yetkililerine içimden sitem ettiğimi söylemeliyim.
Dinler arası Diyalog sorusunu tek cümle ile cevapladı sayın Avar; “Üst düzey bir Vatikan yetkilisi şunu demişti,biz sizinle değil, siz bizimle diyalog kuracaksınız”
Türk okulları hakkında ne düşünüyorsun sorusuna; “Özellikle Tük cumhuriyetlerindeki okulların hemen tamamını gezdim, belli zaman aralıkları gezdim, çocukların müthiş bir Amerikan ve İngilizce hayranı olarak yetiştiğine şahit oldum, kendi dillerinden sorduğum sorulara bile ısrarla İngilizce cevap veriyorlardı. Türkmenbaşı şunu demişti; bizler bağımsızlığımıza kavuştuğumuz ilk yıllar güya iş adamlarınızı yolladınız, bir baktık ki Amerika’nın taşeronları çıktılar. Şimdi de bir takım okullar faaliyette onlar da Amerika adına faaliyetteler.Siz, siz olarak ne zaman geleceksiniz?”
“Amerika , haçlılar o diyarda sevilmiyorlar, tutunamıyorlar, söz konusu okullar Amerika adına Truva atı vazifesi yapıyorlar”.
Bütün bu söylenenlerden benim çıkardığım da şu; değişik ülkelerdeki Türk okulları o ülkelerde Tayip Erdoğanlar, Abdullah Güller, Bülent Arınçlar yetiştirmek için özellikle kurulmuş,özellikle finansa edilen özel merkezlerdir.
Dediğim gibi bu programı kaçıran çok şeyler kaçırmıştır.
Hafta içinde mutlaka tekrarlanmalıdır.
Sayın Bayraktar’ı da sayın Avar’ı da yürekten kutluyoruz.

Source/Kaynak: yenimesaj.com.tr

Wednesday 21 April 2010

ADÜ'de Konuşan Banu Avar: “Camilerin Bombalanması Senaryosunu 1998'de ABD'deki Rand Corporation Yazdı!”

BANU AVAR ADÜ'DE SARSICI KONUŞTU!
















ADÜ'de Konuşan Banu Avar: “Camilerin Bombalanması Senaryosunu 1998'de ABD'deki Rand Corporation Yazdı!”
aydın haberleriaydın haberleri

[08-04-2010]

Atatürkçü Düşünce Derneği Aydın Şubesi ve Adnan Menderes Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu'nun birlikte düzenlediği söyleşide konuşan gazeteci, yazar ve tv programcısı Banu Avar'ın "Hangi Dünya Düzeni ve Aydınlar?" konulu konuşmasında dün yayınladığımız açıklamalar kadar çarpıcı başka iddialar da yer aldı.

Avar'ın aynı konuşmada dile getirdiği ifadelerden bazıları özetle şunlar oldu:

“Müthiş bir asker olan İsmet İnönü batıya düşkündü, Tanzimat kafasıyla düşünen bir liderdi ne yazık ki. İngiltere ve Fransa ile hiç olmayacak inanılmaz üçlü bir anlaşmaya imza attı. O anlaşmanın maddelerini iyi okuyun. Ve Atatürk ölür ölmez, Tevhid-i Tedrisat rafa kaldırıldı, kolejler açıldı. Arkasından Masonik cemiyetler açıldı. 1946 yılında da Amerikalılarla anlaşma imzalandı. Bütün bunlar başımıza geldi ve o gün bugündür AB sultasından ve Amerikalıların gizli gizli bizi eritip bitirmesinden kurtulamıyoruz.

Türkiye'de çok uzun senelerdir bizi yönetenlerin büyük bir çoğunluğu ya Rockefeller Vakfı'ndan, ya Ford Vakfı'ndan burs almış, ya AIESEC ile yurtdışına gitmiş, ya Amerika'da ya da AB'de doktora yapmış, ya İngiltere'de feyz almış, geldiği zaman gözlüğünü takmış, kendi insanlarına hayvan diye bakmış, hep seçkin olmuş. İşte bu nedenle Tayyip Erdoğan başımıza gelebildi. Biz bundan dolayı O'nu seçtirdik. Biziz kabahatli olan. Öncekiler, gözlüğünü takıyor, küçük bir Almancık, küçük bir Amerikalıcık, küçük bir İngilizcik gibi kendini varsayıyor. Adam Türkiye topraklarının gerçeğinden sentez yapamamış ki... Aydın ne demek? Kendi toprağından sentez yapan adam demek. Kendi toprağıyla ilgisi yok ki, kendisini batılı hissediyor, ve halk da onu batılı hissediyor. Halkın yanına gittiği zaman hiçbir zaman halkla kucaklaşamayan bir aydın kitlemiz var. Bir defa bu gerçekleri kabul edeceğiz. Benim babam 1893 doğumluydu, bütün o dönemin savaşlarında savaşmış ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında bürokrasinin başında yer almış, bütün o dönemlerin hatalarını yazmış. Dolayısıyla elimizde nelerin ne kadar hatalı gittiğini gösteren belgeler var. Şu anda yayınlamayacağım ama daha sonra bütün bu belgeleri ortaya koyacağım.

Bunları tartışıp konuşmalıyız ki bir yere varabilelim. Varacağımız yer, bu AB sultasından, beynimizi Erasmus'a ve AB'ye hediye etmekten vazgeçmek ve kendi ülkemizin gerçekliği içinde birşeyler yapmaya çalışmaktır. Eğer bunu yapamazsak, hakikaten kaybolur gideriz. Bunun için de en önemli şey, aydınların halkla buluşması gerekmektedir. Halkın yanına gidip halka inme lafını kullananlardan bahsediyoruz. Halka inilmez. Halkla yanyana olabiliyor musun? Onunla öncülük yapabiliyor musun birlikte? Tekel işçisinin yanında, Tariş işçisinin yanında, TES-İŞ'in yanında, 56 tane kapanacak olan hidroelektrik santralinin işçilerinin yanında yer alabiliyor musun? Öyle bi tane değil, hergün yanlarında mısın? Ben gittiğim her şehirde önce onlara giderim. Mesela buraya TES-İŞ'ten geliyorum. Şehit analarını ziyaret ederim, Tekel işçisi varsa onlara giderim, İzmir'e gidiyorsam Tariş'in önüne giderim. Bunu aydın olan herkesin hergün ve özellikle de gençlerin yapması gerekiyor.

Bu memlekette direnen ve çok zor durumda köleleştirilmeyle karşı karşıya bırakılan insanların yanında aydınların sapasağlam yer alması gerekiyor. Bu işlerin seçimle falan ilgisi yoktur. Çünkü biliyorsunuz seçim sistemine göre direkt olarak kimi seçeceğimizi bile bilmiyoruz. Adam bir bakıyoruz hiç seçmediğim Ahmet Davutoğlu'nu getirip kafama koyuyor, Kemal Derviş'i getirip koyuyor, Mehmet Şimşek'i getirip koyuyor. Biz birebir 'seni seçiyorum' diye oy veremiyoruz ki! Bir al gülümver gülümdür senelerdir sürüyor. Bütün bunlar sürerken yapılacak iş, kor gibi yanan Tekel işçisine sahip çıkmaktır. Türkiye'yi değiştirecek olan budur, Tekel işçisidir, Tariş işçisidir, şeker işçisidir, hidroelektrik santrali çalışanıdır. Çünkü içinde bulunduğumuz bu çağ, işçinin öncü olduğu çağdır. Gırtlağında onlar hissediyor testereyi, onların gırtlağı kesiliyor. Biz gidiyoruz, şuydu, buydu, Yaprak Dökümü, Ferhunde kiminle yattı diyoruz bitiyor iş! Onun için bırakalım bunları.

Nobel ödülü şerefsiz bir ödüldür. İsveç'in bu ödülünü en iyi araştırmış insanlardan biriyim. Sene 2006, Orhan Pamuk, bu şerefsiz ödülü aldı. Nobel kazanan Jean Paul Sartre da 'Şerefsiz bir ödüldür, kabul edemem' demiştir. O dönemde beni TRT'den atacaklarını söylediler. Neden? Namık Tan beni arayıp 'Banu Hanım, en iyi dostumuz İsveç'e siz nasıl?' falan dedi. O en iyi dostumuz İsveç, her gece 'Geceyarısı Ekspresi' filmini yayınlıyor. Ben İsveç'te 6 ay yaşamış bir insanım. Hergün Türkler, Çinliler, Ruslar gibi yabancılar aleyhine, ama özellikle Türkler aleyhine bir film vardır orada. 'En iyi dostunuz bu mu sizin?' Dedim.

Akabinde biliyorsunuz, kendine tırnak içinde aydın ve gazeteci diyen bir adam, bunlar batılılar ya, kendilerine 'ombudsman' gibi isimler takmaya bayılırlar, işte böyle adamlardan bir tanesi Sabah gazetesinden çıktı ve 'Bu kadını 216'dan hapse atın' dedi. Oysa kendisi aynı anda '301 kalksın' diyordu. Bunlar bu kadar da ikiyüzlü olabilirler. Orhan Pamuk'un aldığı bu 1,5 milyon Euro'luk ödül tesadüf tam o zamana denk geldi. Benim programım da yayınlandı. O gazeteci ki kendisi de İsveç vatandaşıymış. İsveç büyükelçisine telefon açtı, hemen arkasından büyükelçi Dışişleri Bakanlığı'nı aradı, Dışişleri TRT'yi aradı ve bu kadını atın dendi. 10 bini aşkın mail geldi. Türkiye televizyonlarında ilk kez böyle Bir şey oldu. Tam da seçim yılıydı o nedenle bu kadar mail gelince çekindiler atmadılar. Ama Suriye'yle, Halep'le, İsrail'le ilgili ve diğer bütün programlarım yarı yarıya kesildi, baltalandı ve paramparça edildi.

O demokrasi havarileri var ya bu ülkede, demokrasi, insan hakları, etnik kökenlerin hakları diye bağıranlar neredeydiler bizim canımıza okunurken? Hiçbir zaman sesleri çıkmaz onların. Benim gibi binlerce insanın emeği çarçur edildi. Atıldılar, sürüldüler, kimsenin sesi çıkmadı o ekiplerden.

'Türkiye bölünsün abi, öyle istiyorum ben' diyince özgürlük oluyor, ama insanlar harap ediliyorlar, 4C ile köleleştiriliyorlar, bütün emeklerinin içine ediliyor ama hiçkimsenin sesi çıkmıyor.

Bütün bunlar olduktan sonra 'Büyük Ortadoğu Projesi' diye bir bölüm yapmaya başladım, içeriye bir adam girdi, elindeki zarfı verdi. Açtım, '15 gün önce atıldınız kardeşim' yazıyordu. Odama gidene kadar bütün evraklarım silinmişti! Erdoğan hala demokrasi mi diyor, emeğe saygı mı diyor, insan hakları mı diyor? Benim bütün emeklerim gitti... 'Basın özgürlüğü hiç bu hale gelmemişti' diyor. Gerçekten öyle, hiç bu hale gelmemişti. Ağzını mı açıyorsun, yarın Silivri'desin. Yarın biz gelir evine Bir şey gömeriz nasılsa. Taraf gelir iki tane şey yazar, Utah'tan yazdırır gönderir olur biter. Tamam içeri girersin. Bu kadar basit oldu ha?

Ama şunu unutuyorlar, bu milletin bir genetik hafızası var. Bu millet bir süre duruyor, bir süre sabırla dinliyor, bir süre bakıyor. Ama ondan sonra bir kalkıyor, canına okuyor. Böyle bir millet var burada Onun için bilmedikleri bu zannediyorum. Bu yüzden bir sürü psikolog, psikiyatrist falan gönderiyorlar buraya. Clinton'un, Bush'un, Obama'nın Psikolojik Operasyonlar Başkanı'nı, bir Kıbrıslıyı seçtiler bunun için. Kendisi bir yönetmene Mustafa Kemal'in filmini yaptırıyor. Atatürk o filmde görülebilecek en korkunç şekilde gösteriliyor. Ben bir ışık ustasıyım, hiç mütevazi olmayacağım, ışığı iyi bilirim. Atatürk'ü o kadar korkunç göstermek için 2,5 saat yanak ışığı yapmak lazım. Masmavi iğrenç bir ışıkla iğrenç bir lider resmediliyor. Karşısında bir udçu, elinde buzlu rakısı, tam bir kötüleme. Dünyanın en güzel adamlarından biriydi Atatürk, bunu bütün yabancılar da söylüyor. Veda filmi de aynı şekilde. Zülfü Livaneli ne yaptığını biliyor mu? Birebir bunlar Amerikanın önümüze koyduğu Freudyen numaralar. Bırakın bunları. Yok annesini kıskanmış, yok babası bilmem ne yapmış, bunları yemiyoruz. O filmlerde ne yaptılar, 1930'lardan sonra Atatürk zevk-ü sefaya dalmıştı, devamlı ud çaldırıp rakı içiyordu, bol bol sigara pofurdatıyordu, başka da Bir şey yapmamıştı izlenimi yaratıyorlar.

Halbuki hastalığının en ağır zamanında bu insan kalkıp Hatay için 'Çete Reisi olacağım be, bu Meclis'te de hayır yok, bu partide de hayır yok. Bıktım bu etrafımdakilerden, burada Hatay gidiyor kimse yerinden kıpırdamıyor.' diyor. Göbeği kocaman olmuş hastalıktan, ölmek üzere artık ve diyor ki o haldeyken bile, 'Ben gidiyorum, cumhurbaşkanlığından da istifa edeceğim, herşeyden de istifa edeceğim, normal bir vatandaş olarak Suriye tarafına geçeceğim, orada bir çete harekatı düzenleyeceğim ve Hatay'ı alacağım' diyor. Ve Hatay'a gidiyor. Ve inanılmaz bir diplomasi örneği gösteriyor. Kaynak Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sı ve Hasan Rıza Soyak'ın 'Atatürk'ten Hatıralar'ıdır. Bütün gençlerimiz okusunlar, bizden gizlenen gerçek Atatürk o eserlerde yazılıdır. Zaten Büyük Nutuk'u iyi okursanız görürsünüz. O dönem Hitler tehdidi Avrupa'da büyümekte. Balkan Paktı'nı yapıyor Atatürk. Sonra sırtını doğuya, İran'a, Sovyetlere, bugün çatışmalara asker gönderdiğimiz Afganistan'a dayıyor. Hitler'e set çekiyor. Türkiye'yi çevreleyen bütün bu ülkelerin generalleriyle, general üniformasını giyerek Hatay'ı isteyen Fransız temsilcisi Mösyö Ponsol'un karşısına çıkıyor ve 'Bütün bu ülkelerin generalleri olarak sana diyoruz ki, ayağını denk al' diyor. Ve o Fransız anında toz olup gidiyor. Bu iş böyle yapılır, diplomasi budur.

Peki biz ne yaptık? İsveç sadece Ermenileri değil, Keldanileri, Asurileri, Rumları, Kürtleri, bütün azınlıkları kestiğimizi resmen kabul etti, bunu söylüyor. Büyükelçimizin geri çağrıldığı hemen manşetlere çıkıyor. Ama 3 gün sonra o büyükelçimizin İsveç'e geri döndüğü küçücük bir haber olarak çıkıyor kimse görmüyor. Amerika'ya da gidiyor Başbakan.

ABD'deki bir resmi sitede Yunanistan Başbakanı, Hollanda Başbakanı Balkanende ve dünyayı yöneten birçok insanın ve Abdullah Gül'ün de ismi var ve 'Bunları biz yetiştirdik' diyorlar. Demek ki şablonun birinci adımı bu. 1994 yılında bunu ben birebir yaşadım. BBC'den Nick Kaubeck aradı ve Refah Partisi ile ilgili program yapmak istediklerini söyledi. Erbakan'dan randevu isteyeyim dedim ama O'nu istemediklerini söylediler. Kimi istersiniz deyince, Büyükşehir Belediye Başkanı'nı, Erbakan'ın yardımcısı Gül'ü ve Fehmi Koru'yu görmek istediklerini söylediler. Bir hafta sonra Pasifik'in en önemli radyo televizyon kurumu ABC aradı, birebir aynı konuşma ve aynı isimleri istediler. Bir hafta daha sonra Amerika'nın en önemli devlet radyo televizyonu PBS aradı, yine Erbakanı istemediklerini, yerine o üç isimle röportaj talep ettiklerini söylediler.

1994 yılının, o senenin sonunda Türkiye'nin ABD Büyükelçisi Abromovitz demişti ki, 'Bu Erbakan bu işi beceremiyor, daha kravatlı, daha şehirli görünümlü bir başkan lazım' 1994 yılında başımıza kimlerin geleceğine kim karar vermiş belli. Başka örneklerini de vereceğim.

Unutmayın ki, CIA istasyon şefi Nelson Letski diyor ki, 'TBMM'nin tamamında varım'. Bu kadar cüretkâr bir açıklama duymadım. Bütün partilerin içinde var olduklarını söylüyor. Çünkü bu bölge Asya'nın kapısı, Avrasya'nın kilidi diyor. Bütün Amerikan Başkanları bunları söylüyor. Tek tek belgelerini size gösterebilirim.

Şablon şu, başa onların istediği adamlar getirilir. Ülke, bir tek tıkırtı kalmayacak şekle getirilir. Herşey özelleştirilir. Yugoslavya'da da böyle yapıldı. Ben de Balkan kökenli olduğum için tek tek araştırdım. Aynen böyle olmuş. Topraklar özelleştirmeyle hediye edilir, insanlar işsiz kalır, bankalara borçlandırılır. O bankalar da adamı yerler. Topraklar bu şekilde elden çıkar. Rockefeller, Rols Royce gibi isimler o bankaların içindedirler. Bir de bakmışsınız toprağınız gitmiş. Örnek Filistin'dir. İşsizlik giderek artar, eş zamanlı olarak etnik sendikacılığı kurarsınız. Sırplarla Hırvatları böyle ayırdılar. Arkan diye bir adam, paramiliter güçler, serbest silah satışı başlatıldı ki bizde de mecliste benzer yasa çıkmak üzere. Hemen akabinde de Kızılyıldız-Dinamo maçında düğmeye basıldı ve iç savaş başladı.

Aynı zamanda o sıralarda kadınları tamamiyle tepkisiz kılmak için pembe dizisi furyasıyla hepsini ekrana bağlamışlardı. Amerika bunları 10 yıl sonra açıkladı. Bizde de aynı şekilde Yaprak Dökümü, Bihter, Behlül, Yemekteyiz programında hanım pazarlayan bir kadının ekrana çıkması rezaleti. Altımızdan toprak alınırken kadınlarımız sadece Bihter'i Behlül'ü izliyor. Ülkede ne olduğundan haberi yok. Format atmak diye bir psikiyatrik kol var. Adama karmaşık Bir şey anlattığın zaman hemen 'Ben sıkıldım' diyecek, kafası almayacak. Bütün bu televizyon programları 68 ülkede aynı anda ekrana geliyor, dikkatinizi çekerim. Siz olmayan küresel bir tiplemeyi sizlere dayatıyorlar. Pentagon'da senede iki defa bütün Hollwood ve müzik sanayii toplantı yapıyor, modanın, televizyon programlarının ne olacağına karar verirler.

Bütün bunların ardından iç savaşa sürüklerler. 1998 yılında Rand Corporation denilen Amerikan derin devletinin bir kuruluşu bir senaryo yayınladı. Balyoz'dan çok önce yayınladı bunu. Birebir aynısı. O senaryoya göre Çorum'dan başlayarak Alevi bölgelerinde 8 cami bombalanır. Bunun sonucunda Sünniler Alevilere saldırır, Alevilerin önüne ordu, Sünnilerin önüne polis gücü çıkar. Düğmeye basılır iç savaş başlar. Barış Gücü askerleri gelir, iç savaşı ayırmak için Türkiye topraklarına yerleşir. Bunu Rand Corporation 1998'de yazdı. Şimdi bize bunu yedirmeye çalışıyorlar.”

Banu Avar'ın çok çarpıcı ve olay yaratacak nitelikte olan, belgeleriyle dile getirdiği, CIA ve Soros ile Türkiye'deki çeşitli sivil toplum örgütleri arasındaki bağlantılara sık sık örnekler verdiği açıklamalarını www.mucadele.com.tr internet sitemizde görüntülü olarak izleyebilirsiniz.

(Güçlü ÇEZİK)

Source/Kaynak: mucadele.com.tr

Banu Avar'dan 'küresel Güç' Uyarısı...

20 Nisan 2010 15:51
Ekranlarında 2004 yılının Haziran ayından bu yana 'Sınırlar Arasında' adlı belgesel-program ile tanınan gazeteci-yazar Banu Avar, dünyayı yöneten küresel gücün, medya yoluyla insanlığın beynini uyuşturduğunu ve adeta sürekli yeni format attırarak onu köle haline getirdiğini söyledi.

Ordu Kültür Derneği ve Ordu Üniversitesi (ODÜ) Sağlık ve Spor Dairesi bünyesindeki '21. Yüzyıl Gençlik ve Münazara Kulübü' işbirliğiyle düzenlenen 'Küreselleşme-21. Yüzyıl ve Türkiye' konulu konferansta konuşan gazeteci- yazar Banu Avar, dünyayı yöneten küresel bir güç olduğunu, bu gücün ülkeleri 'mankurt' haline getirdiği ve seçtirdiği yöneticiler sayesinde yönettiğini söyledi. Küresel gücün kendisine itaat etmeyen yönetici veya ülkeyi bir takım siyasal, sosyal ve ekonomik zorlamalarla, hatta askeri

darbelerle 'hizaya getirdiğini' vurgulayan Avar, bir avuç 'küresel güç efendisinin' dünyadaki milyarlarca insanı yönetebildiğini, adeta 'köle' haline getirdiğini kaydetti.

Küresel gücün elindeki en büyük silahın medya olduğunu dile getiren Avar, "Farkında mısınız, son dönemde TV'lerde kadın evlilik programları, dedikodu programları başladı. Oysa sadece bizde değil, dünyanın 68 ülkesinde aynı anda kadın evlilik programları, kadın-dedikodu programları başladı. TV'lerde yayınlanan programlarda olup bitenlere kilitleniyoruz. Yayınlanan filmlerde yapılanları yapıyoruz. O filmlerde konuşulduğu gibi konuşuyoruz. Küresel gücün istediği gibi davranıyoruz. Yani dünyanın bütün

TV'lerinde aynı tür program, dizi ve filmlerin yayınlanmasıyla insanlık adeta formatlanıyor. Değiştirilmesi gerektiğinde de yeni programlar devreye konuluyor ve yeniden formatlanıyoruz. Gazeteler cinayet, hırsızlık ve ahlaksızlık haberleri üzerinde yayın yapıyor. İnsanlık sadece ahlaksızlığa, cinayetlere, hırsızlıklara endeksleniyor. Beyin, zihniyet, tavır, davranış her şey değiştiriliyor. Yani sürekli zehirleniyoruz. Küresel güç insanlığı böyle yönetiyor" dedi.

Source/Kaynak: medya73.com



Banu Avar Ordudaydı
Ordu Üniversitesi ve Ordu Kültür Derneği tarafından ortaklaşa düzenlenen ve Gazeteci-Yazar Banu Avar tarafından verilen konferans ODÜ Meslek Yüksek Okulu toplantı salonunda yapıldı. Toplantıya Ordu Kültür Derneği Başkanlığını da yürüten Belediye Başkanı S
20 Nisan 2010 Salı 21:40


Gazeteci-Yazar Banu Avar'ın Küreselleşme, 21. Yüzyıl ve Türkiye konulu konferansı bugün gerçekleşti.







Ordu Üniversitesi ve Ordu Kültür Derneği tarafından ortaklaşa düzenlenen ve Gazeteci-Yazar Banu Avar tarafından verilen konferans ODÜ Meslek Yüksek Okulu toplantı salonunda yapıldı. Toplantıya Ordu Kültür Derneği Başkanlığını da yürüten Belediye Başkanı Seyit TORUN’ un yanı sıra çok sayıda davetli ve öğrencide katıldı.

Türkiye’nin içinde bulunduğu durumla ilgili tespitlerini yaptığı konuşmasında örneklerle destekleyerek anlatan Gazeteci -Yazar Banu Avar zor bir süreçten geçildiğini ve yaşanan hiçbir şeyin rastgele ya da olasılık olmadığını ifade ederek, Türk Aydınının bu durum karşısında varlığını hissettirmesi gerektiğini ve ülke üzerinde oynanan senaryonun mutlaka son bulacağını belirtti. Gençleri uyanık ve duyarlı olmaya davet eden Banu Avar konuşmasının sonunda salondaki davetlilerin sorularını da yanıtladı.

Programın sonunda Başkan Seyit TORUN Banu Avar’a, Ordu’ya gelerek konferans verdiği için teşekkür ederek çiçek ve plaket takdim etti.

Source/Kaynak: ordukentgazetesi.com

Thursday 8 April 2010

Aydınlardan Behramoğlu'na destek...

Aydınlardan Behramoğlu'na destek

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, hakkında tazminat davası açtığı şair Ataol Behramoğlu'na aydınlar destek verdi.

ANKA

Ankara - Aralarında yazar, sanatçı ve bilim adamlarının da bulunduğu bir grup aydının yayınladığı ortak bildiride,"Başbakan Erdoğan'ın, birkaç hafta önce açlık grevinde TEKEL işçileriyle birlikte olan şair Ataol Behramoğlu hakkında tazminat davası açarak, düşünce özgürlüğüne karşı, düşmanca tavırlarına bir yenisini eklediği" ifade edildi. Bildiride, şöyle denildi:

"Başbakan ve hükümetin suçları çoğalıyor"

"Gün geçmiyor ki, iktidarın, aydınlanmacı güçleri kışkırtmaya yönelik bir atağıyla yüz yüze kalınmasın. İşte, Kahramanmaraş, Çorum milletvekillerinin sözleri. İşte yargıya darbenin doruğa çıktığı Erzincan cemaat soruşturması ve Başsavcı İlhan Cihaner'in tutuklanması. İşte TEKEL işçilerine yönelik tehditler. Türkiye tarihinin görmediği bunca yasadışı uygulamanın sahipleri, hiçbir eleştiriye, karşı görüşe katlanamamaktadırlar. Yaşananları doğru tanımlamak gerekir: Bu durum dinci faşizmdir, diktatörlüktür. Bugün karşı durmayan, ikileme düşen yarın sorumlu olur. Basın üzerinde; yazarlar, sorumluluk duygusu taşıyan aydınlar üzerinde giderek ağırlaşan baskılar; hukuk tanımaz uygulamalar dayanılmaz düzeye ulaşmıştır. Başbakanın ve hükümetin işlediği suçlar çoğalmaktadır."

Bildiride, imza koyanların Ataol Behramoğlu'nun her an yanında olduğu da belirtildi.
Bildiriye imza veren isimler şöyle:

"Kadir Paksoy (Şair), Abdullah Gürgün (Yazar/Gazeteci), Abdullah Nefes (Şair), Afrodisyas Sanat Dergisi, Ahmet İnam (Prof. Dr., Yazar, ODTÜ Öğretim Üyesi), Ahmet Özer (Şair), Ahmet Yıldız (Yazar), Akif Ersoy (Yazar), Alper Akçam (Yazar), Ali Yıldız (Yazar), Aslan Kavlak (Yazar), Attila Aşut (Yazar), Aydan Yalçın (Şair), Arzu Ayçiçek (Şair), Banu Avar (Yazar, Yayıncı), Berfin Basın Yayın, Cevat Geray (Prof. Dr., Öğretim Üyesi, SBF Eski Dekanı), Celal İlhan (Yazar), Cihat Oğan (Dr., Yazar, Hekim), Dündar İncesu (Tiyatro Eleştirmeni, İstanbul CUMOK), Erdal Atıcı (Yazar), Ertuğrul Özüaydın (Şair), Erol Güçlü (Avusturya ADD), Fatma Aras (Yazar), Fergun Özelli (Şair), Günay Güner (Araştırmacı), Halim Yazıcı (Şair), Hayal Yayınları, Hidayet Karakuş (Şair, Yazar), Hülya İşbilir Behramoğlu (Sanatçı), Hüseyin Haydar (Şair), Hüseyin İçen (Yazar, ODTÜ Öğretim Üyesi), Hüseyin Peker (Şair), Işık Yenersu (Tiyatro Sanatçısı), İbrahim Dizman (Yazar ), İclal Karakuş, İnci Gürbüzatik (Yazar), İsmail Sami Çakmak (Hukukçu), İsmet Arslan (Yazar, Yayıncı), Koray Feyiz (Şair), Mahiye Morgül (Müzikolog, Eğitimci, Yazar), Mehmet Şekeroğlu (Dr., Yazar, Öğretim Üyesi), Metin Demirtaş (Şair), Mine Ömer (Yazar), Mucize Özünal (Yazar, Hukukçu), Murat Altunoz (Gazeteci), Münevver Oğan (Yazar), Melahat Sönmez (Dr., Psikiyatrist), Mustafa Sönmez (Öğretmen, İsveç ADD Başkanı), Nail Bezel (Prof. Dr, Öğretim Üyesi, Şair, Çevirmen), Nazım Mutlu (Şair), Nermin Küçükceylan (Yazar), Nihat Ziyalan (Şair), Onur Caymaz (Şair), Orhan Tüleylioğlu (Şair, Yazar), Öner Yağcı (Yazar), Özgen Kılıçarslan (Yazar), Rahmi Yıldırım (Gazeteci, Yazar), Refik Saydam (Müzik Eğitimcisi, MÜZED Genel Başkanı), Selim Esen (Yazar, Yayıncı), Serdar Şahinkaya (Dr., SBF Öğretim Üyesi), Sıtkı Salih Gör (Yazar), Sinan Sönmez (Prof. Dr., Öğretim Üyesi), Sultan Su Esen (Yazar), Şiir Merkezi, Tahsin Şimşek (Şair), Tevfik Kızgınkaya (Yayıncı, Yazar), Tuğrul Keskin (Şair), Turhan Feyizoğlu (Yazar), Uluer Aydoğru (Şair), Vedat Yazıcı (Yazar), Yılmaz Onay (Yazar, Tiyatro Eleştirmeni), Yunus Bekir Yurdakul (Yazar), Yüksel Pazarkaya (Dr., Şair, Yazar), Zeki Yaramaz (Şair, Veteriner)"

7 Nisan 2010

Source /Kaynak: cumhuriyet.com.tr

Wednesday 7 April 2010

Ermeni soykırımı iddiası, ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nde onaylandı...

4 Nisan 2010

Yılmaz ÖZDİL

yozdil@hurriyet.com.tr

Breh breh breh


Ermeni soykırımı iddiası, ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nde onaylandı.

Türkiye çok sert tepki gösterdi. Washington Büyükelçimiz, anında geri çekildi... AKP’den yapılan ilk resmi açıklamada “Türkiye muz cumhuriyeti değildir” denildi. ABD’nin Ankara Büyükelçisi derhal Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı, kınandı, fırçalandı. Başbakan Erdoğan,“Kusura bakmasınlar, bu işe pabuç bırakacak değiliz, inceldiği yerden kopsun, iş oraya gidiyor, asla geri adım atmayız, bu böyle biline” dedi. İncirlik’in kapatılması gündeme geldi. Dışişleri Bakanımız, “Orada meclis varsa, burada da Meclis var... Bu bizim için milli onur meselesidir” dedi. Cumhurbaşkanı Gül, adeta rest çekti, “Esefle karşılıyorum, büyük meseleleri küçük iç politika oyunlarına alet etme teşebbüsünde bulundular, Amerika Birleşik Devletleri’nin vizyonuna yakışmayan bir tutum oldu, itibarına zarar verdi, bundan böyle iki ülke arasında yaşanacak olumsuz sonuçların sorumlusu Türkiye olmayacaktır” dedi. Türk basını, Irak’ta yaşanan zulmü manşetlerine taşıdı, “Bize ders vermeye kalkanlara bak, Kızılderili soykırımını da unutmadık”başlıkları atıldı. Sonra, Ergenekon’dan üç-beş kişiyi içeri tıktılar, araya laga luga girdi, ahali unuttu, şak diye geri çektiğimiz Washington Büyükelçimiz, 12 gün sonra tırıs tırıs Washington’a geri gönderildi.

¡

Şimdi diyeceksiniz ki, “Hem bildiklerimizi yazmışsın, hem de yanlış yazmışsın, büyükelçimiz
12 gün sonra değil, 25 gün
sonra geri gönderildi.”

¡

Kardeşim...

O bugün olan.

¡

Benim yazdığım üç sene önceki.

¡

Washington Büyükelçimiz başkaydı.

Dışişleri Bakanımız başkaydı.

ABD Ankara Büyükelçisi başkaydı.

ABD Başkanı başkaydı; beyazdı.

ABD Dışişleri Bakanı başkaydı.

Hatta, siyahtı.

¡

Orada ak’la kara yer değiştirdi...

¡

Bizim Başbakan aynı.

Cumhurbaşkanı aynı.

Bi de ahalinin hafızası aynı.




Source/Kaynak: hurriyet.com.tr

Sunday 4 April 2010

Mesleğindeki tecrübelerini anlattı...

Mesleğindeki tecrübelerini anlattı
Ünlü gazeteci, yazar Banu Avar, ODTÜ’de söyleşi ve imza gününe katıldı
Cumartesi 08:26
3 Nisan 2010
Yorum Yaz Yazdır Arkadaşına Gönder

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kuzey Kıbrıs Kampusu (ODTÜ KKK) Atatürkçü Düşünce Topluluğu’nun davetlisi olarak Kıbrıs’a gelen ünlü gazeteci, yazar, program yapımcısı ve sunucusu Banu Avar’ı ağırladı.
Banu Avar’ın, yayınlanmış son kitabı “Hangi Dünya Düzeni” isimli söyleşi ve imza gününe ODTÜ’nün yanı sıra DAÜ, UKÜ ve LAÜ’den de katılım oldu.


Söyleşinin ilk bölümünde Banu Avar’ın TRT’de yayınlanan “Sınırlar Arasında” haber belgesel programında yer alan Kıbrıs ile ilgili 15 dakikalık bölüm gösterildi. Bu bölümde, Kıbrıs’ın stratejik önemine değinilip Avar’ın, Mehmet Ali Talat ve Rauf Denktaş ile gerçekleştirdiği röportajlara da yer verildi.
Gösterimin ardından Banu Avar, Kıbrıs ile ilgili gözlemlerini ve deneyimlerini aktardı.

Konuşmasında kendi hayatından da örnekler veren gazeteci Avar, gerek belgesel çekimleri sırasında gittiği ülkelerde sohbet ettiği devlet yetkilileriyle gerekse televizyon kanalları ve diğer kurumlarla yaşadığı ilginç tecrübelerini anlattı.
Avar, öğrenci örgütlerinin gerekliliğine değinip, gelenek, görenek ve manevi değerlere sahip çıkılmasını öğütledi.

Source/Kaynak: kibrisgazetesi.com

Friday 2 April 2010

Zaytung Haberine inanan Banu Avar...

Proğramın tamamı: Bekleme Odası - 26.03.10 | Banu AVAR - İsmet SOLAK

Video'nun 24'üncü dakkasında zaten söylüyor internetten alınma, araştırılmamış, kaynağı belli olmayan bir haber olduğunu,

Koca Mustafa Reşit Paşayı hatırlatan bir örnek:
Asılsız Sierra Leone haberiyle Koca Mustafa Reşid Paşa 'nın geçmişte benzer bir durum yaşandığının bağlantısını kuruyor...




Yorumlar:

ön bilgi: okuyacağınız yazıda harut sasunyan'ın makalesinde zaytung haberine inanıp bunun üzerine makalesini kaleme aldığından söz edilmekte. ne yazık ki hafızamın beni yanıltması nedeniyle böyle bir hataya düştüm. lütfen yazıyı okurken bunu göz önünde bulundurun. bu entry de burada gelecek nesillere bir ibret vesikası olarak dursun. bunu yazmadan önce sasunyan'ın yazısını bir kez daha okumam gerekirdi. yazının anafikrinin algılanabileceği umuduyla bunu silmiyorum.

yalnızca banu avar'ın değil, harut sasunyan'ın da zaytung haberini gerçek sanması bize bir şeyi yeniden açıkça göstermiş oldu: milliyetçilik bir çocukluk hastalığıdır.

bu olayda karşımızda duran iki milliyetçi, -ironik olarak- aynı uydurma haberi kendi nefretlerini haklı kılma amacıyla kullanmaya kalkıp komik duruma düştüler. çünkü milliyetçilik onların gözlerini karartmıştı, çünkü düşmana saldırmak için ellerine geçen her veriyi akıl süzgecinden geçirmeye gerek duymadan karşılarındakilerini yıpratmak için kullanma uyanıklığına kalkışmışlardı.

sasunyan o yazıyı yazarken, avar ise tv programında birden "sierra leone'yi duydunuz mu?" diye lafa girerken nasıl da mağrur, nasıl da sevinçliydi. birine göre türkiye'nin yurtdışında görevlendirdiği bir büyükelçi bile soykırımı kabul edip, bunun ulusal meclislerde kabul edilmesi için lobi çalışması yapıyordu ki bu da inanılmazdı. diğeri ise olaya tam ters yönden bakıp bunun, türkiye cumhuriyeti dışişlerinin ne denli umursamaz olduğunun bir kanıtı olduğunu öne sürüyordu.

ikisinin de hazzetmediği iki sözcük vardı ki onlar da "kardeşlik" ve "barış". zaten bu karanlık zihniyet, düşmanlık ateşini körüklemek yerine onu söndürmeye çalışan güzel bir insanın güpegündüz katledilmesinin baş sorumlusu değil miydi? bu zihniyet değil midir tarihte milyonlarca insanın yaşama haklarını elinden alan? bu zihniyet değil mi yemekleri, müzikleri, gelenekleri bile neredeyse aynı olan halkları birbirinden uzaklaştıran? bu zihniyet değil mi okullarda küçücük çocukların beynine düşmanlık tohumları ekip, büyüyünce onlardan kurşun askerler yaratan?

ekmeğe kan doğrayanların, kardeşi kardeşe düşman yapanların, düşmanlıktan beslenenlerin, canımıza kıyanların canları cehenneme! susun artık; tutun şu her açıldığında zehir akıtan çenelerinizi. ülkelerinizdeki açlığa, yoksulluğa, işsizliğe çareler arayın. topraklarınızı genişletme hayâlleri peşinde koşacağınıza, o topraklar üzerinde yaşayan halkların mutlu olmasına katkı sağlayın.

ya da bizi rahat bırakın.


Sierra Leone'de Unutulan Büyükelçi Çareyi Ermeni Tasarısında Buldu

Son dönemde Ermeni tasarılarını kabul eden ülkelerdeki büyükelçilerin teker teker Türkiye'ye çağrılmasının, bazı fırsatçı büyükelçiler tarafından suistimal edildiği ortaya çıktı. Konuyla ilgili, Dışişleri'nden bu sabah yapılan açıklamada, son olarak 12 yıldır Türkiye'nin Sierra Leone Büyükelçiliği görevini yürüten Orhan Emin Türköne'nin, Sierra Leone meclisinden Ermeni tasarısını geçirmek için lobi faaliyeti yürüttüğünün tespit edilmesi üzerine görevinden alındığı bildirildi.

Dışişleri Bakanlığı'nda bu sabah düzenlenen basın toplantısında konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Bakanlık Müsteşarı Ersin Özbükey, "Bir süredir Çad, Eritre, Cibuti gibi ülkelerin sözde Ermeni Soykırımı Tasarısı'nı art arda meclis gündemlerine almaya başlamaları dikkatimizi çekiyordu. En son Sierra Leone Cumhuriyeti'nin de bu tasarıyı mecliste oy birliğiyle kabul ettiğini görünce bu işte bir pislik olduğundan şüphelenmeye başladık" diyerek yaşanan süreç hakkında bilgi verdi. Konunun araştırılması için derhal bakanlık bünyesinde bir tahkikat komisyonu kurulduğunu söyleyen Müsteşar Özbükey, soruşturma neticesi ilginç ve bir o kadar üzüntü verici bilgilere ulaştıklarını ifade etti.

"Bizim de Suçumuz Var"

Komisyonun yürüttüğü istihbarat çalışmaları sonucu, 12 yıldır Türkiye'nin Sierra Leone Büyükelçiliği görevini yürüten Orhan Emin Türköne'nin Sözde Ermeni Soykırımı'nı bu ülkede gündeme getirmek ve kamuoyu oluşturmak için bir süredir çeşitli lobi faaliyetlerinde bulunduğunun tespit edildiğini belirten Özbükey, "Yani tabi ki bu bir mazeret olamaz ama bakanlık olarak bu işte biraz bizim de suçumuz var gibi. Ücra bir ülke olunca adamı resmen unutmuşuz orada. O garip de bakmış hangi ülkenin parlamentosunda Ermeni tasarısı geçse o ülkenin büyükelçisi hemen Türkiye'ye çağırılıyor, böyle bir yola sapmış. 12 yıl az değil" diyerek özeleştiri yapmaktan da geri durmadı.

Akıl Almaz Lobi Faaliyetleri

Eski büyükelçi Türköne'nin Sierra Leone'de Sözde Ermeni Soykırımı bilinci oluşturmak için giriştiği akıl almaz lobi faaliyetlerinden de bahseden Dışişleri Müsteşarı, açıklamalarına şöyle devam etti: "Sağolsun, facebook'da duvarına 'offff be ne pis doğradık Ermeniler'i :)))' yazmaktan tutun, gittiği barların müdavimlerine 'Sırf benim dedem 100-150 Ermeni'yi öldürmüş, kemikleri hala bizim bodrumda durur' türünden yalan yanlış bilgiler vermeye kadar elinden ne geliyorsa ardına koymamış. Sierra Leone zaten ufacık yer, laf çabuk yayılıyor. 1 ay önce kimsenin ne Ermenistan'dan ne Türkiye'den haberi varken, 1 ay içinde bütün ülke galeyana gelmiş, halk soykırımın kabul edilmesini sokaklarda dans ederek kutlamış. Olacak iş değil ama maalesef olmuş bunlar."

Diğer Ülkeler de Mercek Altında

Olayın ortaya çıkması üzerine tasarıyı meclis gündemlerine alan diğer ülkelerdeki süreçleri de tek tek incelemeye başladıklarını belirten Özbükey, benzer uyanıklıkların önünü alabilmek için şimdilik büyükelçileri geri çağırmak yerine, bulundukları ülkede tasarı geri çekilene kadar, otomotiv, tekstil, inşaat gibi farklı sektörlerde istihdam etme çözümüne gidileceğini söylererek basın toplantısına son verdi.

(hzmylmz Brüksel'den bildirdi)



Sassounian: Did Turkey’s Ambassador Really Lobby for Passage of the Resolution?

Thousands of articles are posted on the internet every day. But, very few make us fall off our chairs!

Last week I came across a shocking news item posted by the Turkish Forum, the largest website for Turkish news. It was titled, “Forgotten Ambassador in Sierra Leone Uses Armenian Genocide Resolution to Solve His Problem.” Here is the translated summary of that incredible article:

“In recent years, parliaments of several countries have adopted resolutions on the Armenian Genocide. In retaliation, Turkey has recalled its ambassadors from these countries. It has been revealed that some opportunistic ambassadors exploited this situation, by abusing their position.

“According to a Foreign Ministry announcement this morning, Orhan Emin Turkone, Turkey ’s ambassador in Sierra Leone for the past 12 years, has been fired for having lobbied for the passage of the Armenian Genocide bill in that country’s parliament.

“During a press conference this morning, the Foreign Ministry’s undersecretary, Ersin Ozbukey, explained: ‘Recently, it came to our attention that the so-called Armenian Genocide bill was placed on the agenda of the parliaments of Chad, Eritrea, and Djibouti. But, when we saw that this bill was unanimously adopted by the parliament of Sierra Leone, we started suspecting that something had gone terribly wrong.’ Ozbukey added: ‘We formed an investigative committee that uncovered some interesting, but disturbing information.’

“‘We confirmed that Ambassador Turkone had carried out lobbying activities in favor of the Armenian Genocide bill,’ Ozbukey stated. ‘Of course, this can’t be excused, but the ministry also has its fault in this affair. This man was abandoned and forgotten in a far away country. He got that idea, after [Turkish] ambassadors were recalled following the adoption of the genocide resolution by other countries. Twelve years is a long time,’ Ozbukey admitted.

“Ozbukey then provided the details of Turkone’s unbelievable actions in publicizing the Armenian Genocide in Sierra Leone. Ozbukey said that whenever the ambassador visited a bar, he would write on facebook: ‘We massacred the Armenians in such a nasty way.’ He told bartenders: ‘My grandfather alone killed 100-150 Armenians whose bones are in the basement of our home.’ The ambassador made up such falsehoods and lies. He basically said whatever came to his head. Sierra Leone is a small place. Word spreads quickly. No one had ever heard of either Armenia or Turkey. But, within a month, everyone in the whole country was agitated over this issue. People were dancing in the streets when they learned that the genocide was recognized. This shouldn’t have happened, but unfortunately, it did!

“Ozbukey explained that after this revelation, the Turkish government started paying more attention to the agenda of various parliaments. In order to avoid such situations in the future, instead of recalling ambassadors, ‘we are now considering the possibility of cutting off trade relations, until the resolution is removed from the parliament’s agenda.’”

***

Even though this article sounded too good to be true, the amount of detail and specific names mentioned in it led dozens of Turkish websites to post it, without realizing that it was a hoax. After learning that Turkey did not have an embassy in Sierra Leone, the Turkish Forum deleted the fake news from its website. It was also not true that Armenian Genocide resolutions were being considered by the parliaments of Chad, Djibouti, and Eritrea in recent months.

It is not known who concocted this elaborate hoax. Given the extensive amount of criticism directed at Turkish Prime Minister Erdogan within Turkey in recent weeks, the author could well be a disgruntled Turk with a sense of humor who decided to take a sarcastic swipe at his Don Quixotic leader. The article was accompanied by an authentic looking photo of three African officials along with a non-African individual at a signing ceremony. The photo gave the false impression that the latter was the Turkish ambassador to Sierra Leone.

It is not at all surprising that several Turkish websites fell for this ruse, as the government of Turkey has made a practice of recalling its ambassadors from France, Canada , the United States, and other countries for having recognized the Armenian Genocide.

Namik Tan, the newly appointed Turkish ambassador to Washington, was recalled on March 4 after the House Foreign Affairs Committee approved the Armenian Genocide Resolution. It was reported that he might stay in Ankara until after April 24. This is great news for Armenian American activists, as they can lobby Congress without facing any opposition from the Turkish ambassador during the crucial weeks leading to April 24, when he needs to be in Washington trying to block the genocide resolution in the House and persuade President Obama not to refer to the Armenian Genocide in his annual statement.

To the best of our knowledge, Tan did not lobby Congress for passage of the Armenian Genocide Resolution, as did the fictional ambassador in Sierre Leone in order to take an extended vacation with family and friends back home. However, judging from Erdogan’s recent self-defeating statements, sometimes truth is indeed stranger than fiction.

Harut Sassounian

Harut Sassounian is the publisher of The California Courier, a weekly newspaper based in Glendale, Calif. He is the president of the United Armenian Fund, a coalition of the seven largest Armenian-American organizations, and senior vice-president of Kirk Kerkorian’s Lincy Foundation. From 1978-82, he worked for the Procter & Gamble Company in Geneva, Switzerland as an international marketing executive. For 10 years, he served as a non-governmental delegate on human rights at the United Nations, playing a leading role in the recognition of the Armenian Genocide by the UN in 1985. He has a master's degree in international affairs from Columbia University and an MBA from Pepperdine University. He is the author of The Armenian Genocide: The World Speaks Out, 1915-2005, Documents and Declarations, which was published in English and Arabic. He has been decorated by the president and prime minister of the Republic of Armenia, and the heads of the Armenian Apostolic and Catholic churches. He is also the recipient of the Ellis Island Medal of Honor.

Source/Kaynak: armenianweekly.com